2017'de çıkış yapan yazarlardan biri de Karen M. McManus'dı. Geçtiğimiz günlerde ilk genç yetişkin denemesi One of Us Is Lying/Birimiz Yalan Söylüyor, ülkemizdeki okurların da beğenisine sunuldu. 1985 tarihli The Breakfast Club/Kahvaltı Kulübü filminden esinlenerek kaleme sarılan yazar, farklı kişilik özelliklerine sahip bireylerin şartlar gereği aynı ortamda bulunması ve birbirleriyle etkileşime geçmesi fikrinin hep ilgisini çektiğini belirtiyor. Bir suç romanı olma özelliği de taşıyan bu metni, bu yazıda mercek altına alacağız.
Yurtdışında 30 Mayıs 2017'de Delacorte Press'ten çıkan One of Us Is Lying/Birimiz Yalan Söylüyor, bu seneki Goodreads Ödülleri'nde Young Adult Fiction/Kurgusal Genç Yetişkin Kitabı dalında adaydı fakat kazanmaya yetecek kadar oy alamadı. Diğer yandan, bir grup liselinin ortak büyük sırrına odaklanan bu romanın, tam da 13 Reasons Why/Ölmek İçin On Üç Sebep'in geniş bir kitleye ulaşan Netflix uyarlamasının ardından piyasaya çıkmış olması belki de en büyük şansıydı.
Kısımlara, sonrasındaysa farklı karakterlerin bakış açılarıyla anlatılan bölümlere ayrılmış romanın en başında Bayview Lisesi'nden Simon Kelleher ve Bronwyn Rojas bize takdim ediliyor. Simon, Silikon Vadisi'nde aldığı kodlama eğitimin ardından öğrendiklerini bir mobil uygulamayla ifade etmiş ancak bu sıradan bir uygulama değil. Okuldaki gizli kapaklı işleri tüm çıplaklığıyla aktaran bir tür dedikodu hattı da denilebilir. Evet, nereden baksan pis ve tehlikeli bir iş bu Simon'ınki. Nasıl olmuş da başına bir şey gelmemiş diyorsun. Sonra bir bakıyorsun ki...
Simon ölüyor.
Simon ölüyor.
Hem de bir tür alicengiz oyunuyla aynı anda cezaya bırakıldığı Bronwyn, Nate, Addy ve Cooper'ın gözleri önünde. Merak etmeyin; spoiler yemediniz. Size bu anlattıklarım, kitabı eline alan bir okurun göreceği ilk satırlarda geçiyor.
Böylelikle saydığım karakterlerin ne demeye aynı anda cezaya bırakıldıklarını sorgularken çok daha büyük bir gizem perdesiyle karşılaşıyoruz ve yazar, bizi Simon'ın ani ölümünü, öncesi ve sonrasıyla araştırmaya davet ediyor.
Simon tam olarak nasıl öldü?
Simon'ı kim öldürdü?
Katilin motivasyonu neydi?
Bu trajik olayın ertesinde baş şüpheliye dönüşen karakterlerin neler sakladığını öğrenmeye başlıyoruz. İlk olarak Cooper'ın ve Addy'nin, Simon'ın keşfetmesini istemedikleri kirli sırları ortaya dökülüyor. Bu noktada Addy'nin kitapta epey kötü bir portreye sahip annesinin etkisinde kalışı, Cooper'ın profesyonel beyzbolcu olabilmek için Bronwyn'in de bir aile geleneği olan Yale Üniversitesi'ne adım atabilmek için giderek daha fazla hissettikleri baskı da okura aktarılıyor. Kötü çocuk, Nate, ezbere bildiğiniz gibi. Mutlu ve huzurlu bir aile hayatından yoksun olduğu gibi uyuşturucu satıyor ve zenginlerin yıkmak için satın aldıkları türden bir evde yaşadığını anlatıyor bize. Kanunla başı belada olduğundan onun da ayağını denk alması gerekiyor. Kısaca, herkesin kaybedecek çok şeyi olduğunu düşünmemizi sağlıyor yazar. Bu sırada zıt kutupları temsil eden Nate ve Bronwyn arasında romantik bir ilişki doğacağının ilk sinyallerini -bağıra bağıra- veriyor.
Okuduklarınızdan yola çıkarak bu kitaptaki karakterlerin birer karikatürden ibaretmiş gibi gözüktüklerini fark ettiğinizden eminim. Aslına bakılırsa yazar da en başından bunu itiraf ediyor; üstelik yine bir karakterin, Simon'ın ağzından. Akademik kariyerine odaklanmış zeki bir öğrenci, geleceğin yıldız sporcusu, "prenses" ya da daha yerel bir tabirle "küçük hanımefendi" ve kötü çocuk. Dünyanın geri kalanı gibi size de bir grup liseli stereotipi okumak pek iç açıcı gelmiyorsa, bu çocuklarla bir kez daha karşılaşmaktan pek memnun olmayacaksınız demektir. Tanrım, bari bir tür bayat promosyonmuş gibi hepsi bir arada olmasaydı.
Simon'ın ardından karakterlerin hayatlarına kısa bakışlar atmaya devam ettiğimiz sırada yazar ilginç bir gelişmeye imza atıyor: Birisi internette Simon'ı öldürdüğünü itiraf eden bir yazı yayınlıyor. Ve merak bir kez daha uyanıyor.
Okuduklarınızdan yola çıkarak bu kitaptaki karakterlerin birer karikatürden ibaretmiş gibi gözüktüklerini fark ettiğinizden eminim. Aslına bakılırsa yazar da en başından bunu itiraf ediyor; üstelik yine bir karakterin, Simon'ın ağzından. Akademik kariyerine odaklanmış zeki bir öğrenci, geleceğin yıldız sporcusu, "prenses" ya da daha yerel bir tabirle "küçük hanımefendi" ve kötü çocuk. Dünyanın geri kalanı gibi size de bir grup liseli stereotipi okumak pek iç açıcı gelmiyorsa, bu çocuklarla bir kez daha karşılaşmaktan pek memnun olmayacaksınız demektir. Tanrım, bari bir tür bayat promosyonmuş gibi hepsi bir arada olmasaydı.
Simon'ın ardından karakterlerin hayatlarına kısa bakışlar atmaya devam ettiğimiz sırada yazar ilginç bir gelişmeye imza atıyor: Birisi internette Simon'ı öldürdüğünü itiraf eden bir yazı yayınlıyor. Ve merak bir kez daha uyanıyor.
Ne düşünüyorsunuz?
Okumaya değer mi sizce?
*Bu ön inceleme niteliğindeki yazıyı, İngilizce metnin %20'sini okuduktan sonra yazdığımı ufak bir not olarak belirteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder