2 Nisan 2016 Cumartesi

Oyun Günlüğü | The Game Diaries #28: Transistor

Bilim kurgu temalı action RPG Transistor, istilaya uğrayan Cloudbank şehri ve umutsuz aşıklarıyla sıradışı, büyüleyici ve akılda kalıcı bir deneyim sunuyor.




Bastion'la adını duyuran indie oyun şirketi Supergiant Games, bu oyunda bizi hem sevdiği adamı hem de sesini kaybeden ünlü ses sanatçısı Red'le tanıştırıyor. Red, artık sadece mırıldanabiliyor ve elinde taşıdığı devasa kılıcın içinde sevgilisinin ruhunu taşıyor. "Transistor" denilen bu büyülü nesneye hayat veren Logan Cunningham'ı da bu sırada tebrik etmek gerekiyor. Derinden gelen kadife gibi sesiyle oyunun atmosferine yaptığı katkı kesinlikle yadsınamaz. Öyle ki bu romantik ve hüzünlü sesin Red'e fısıldadığı tatlı saçmalıkları hiç bıkmadan defalarca dinleyebilirsiniz.

"I love you so much, Red. You know that, right? It's true. It's true! It's true..."


Red'in işi başından aşkın. Camerata isimli örgütün yönettiği The Process adı verilen çeşit çeşit yaratık sevgili şehrini kuşatmış ve onlarla tek tek ilgilenmesi gerekiyor. Dört gamepad tuşuna uygulanan dört temel özelliği seçiyor ve zamanla bu temel özellikleri kazandığımız diğer özelliklerle birleştirip ortaya birbirinden güçlü kombinasyonlar çıkartabiliyoruz. "Functions" başlığı altında toplanan bu özelliklerden tam manasıyla yararlanmak için neyi nerede ve nasıl kullanacağımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Başarılı kombinasyonlar çıkartamazsak, yapay zekaya karşı şansımız azalıyor. Örneğin; Switch'le düşmanları kısa süreliğine de olsa kendi tarafımıza çekebilir, Help'le kuyruklu bir dostu yardımınıza çağırabilir ve passive slot'lardan birine eklediğimiz Flood'la Red'in can kazanmasını sağlayabiliriz. Diğer yandan bu kombinasyonları yaratırken oyun pek elimizden tutmuyor ve bizi serbest bırakıyor. Eh, düşe kalka öğreniyoruz. (Bu konuda detaylı bilgi edinmek için bkz. transistor.gamepedia.com/functions) Açıkçası Transistor, hem hikayesini hem de gameplay mekaniğini her oyuncunun kendi hızında çözmesini istiyor.



Özünde bir aşk hikayesi olan Transistor, şu ana kadar oynadığım sayısız oyunun arasından estetik üstünlüğüyle de sıyrılmasını biliyor. Neon renklerle süslü dünyasında el çizimi 2D tasarımları ve göz alıcı cutscene'leriyle hayatımda oynadığım en güzel oyunlardan biri olduğunu ifade etmem gerek. İnsan oynarken birçok yerde screenshot alıp kareleri saklamak ve paylaşmak istiyor.

Görsel şöleniyle, kaliteli müzikleri ve başarılı seslendirmesiyle, her ne kadar ilk başlarda kavraması güç olsa da eğlenceli kapışma sahneleri ve elbette yürek burkan hikayesiyle Transistor alkışı hak ediyor. Supergiant Games'i ne kadar takdir etsek az çünkü oyun daha ilk andan maceracıyı avucunun içine alıyor ve o vurucu son ana kadar da bırakmıyor.

*Tüm Oyun Günlüğü | The Game Diaries yazılarıma ulaşmak için buraya tıklayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...