I was the center of all the stories I knew. It was even kind of hard to believe, in a way, that anyone existed when they weren't with me... even though I knew they did.
Kitabın yazılmasına vesile olan fikir ki lise öğretmeni de olan yazara bir öğretmen arkadaşı tarafından verilmiş, son derece ilgi çekici. Ya hayattayken kaybettiğin her şey öldüğünde ortaya çıkmak için bekliyorsa? İşte bu fikirden yola çıkarak yazılan kitap, The Everafter, henüz on yedi yaşındayken öbür dünyaya giden talihsiz Madison'ın ölümü ve hayatı keşfedişinin öyküsünü aktarıyor.
Kitabın kapağındaki "iskeletimsi orkide" de dahil olmak üzere etrafta birçok şey süzülüyor. Anahtar, bilezik, kolye, ödev kağıdı... Madison, bunlarla etkileşime geçerek hayata geri dönebiliyor. Tabii ki kısa bir süre için. Çünkü hayattayken kaybettiği objeyi, tekrar o ana döndüğünde bulursa veya objeden çok fazla uzaklaşırsa ya da olayların akışını değiştirirse, hapsolduğu sonsuz boşluğa geri dönüyor ve obje de bir daha kullanılmamak üzere ortadan kayboluyor. Eğer yaşarken o objeyi kaybettiğinde yanında aşık olduğu Gabe ya da en yakın arkadaşı Sarah varsa, onları da görmüş oluyor. Tüm bunlar kulağa biraz karışık geliyor ve evet, yazar olayları aktarırken de pek çaba göstermemiş gibi duruyor. Biz de bu bölük pörçük anıları takip ederken, bir anda Madison'ın çocukluğun, bebekliğine ve gençlik dönemine geri dönüyoruz.
Afterward, we can float off together into the sunset, or the clouds, or whatever we float off into to get to the Everafter.
Sürpriz sonu ve Gabe'le yaşanan birkaç tatlı anı da bu sıradışı çıkış noktasına eklersek, elimize "orta karar" bir hikaye geçiyor. Okurken, işte bu elementler dahilinde, belki de çok daha doyurucu ve heyecanlı bir öykü anlatılabilirmiş demeden edemedim. Neticede, Madison'ın günlük hayatı, trajik ölümü hariç, diğer Amerikalı genç kızların hayatından pek de farklı değil.
Puan: 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder