18 Ocak 2014 Cumartesi

İnceleme: Don't Call Me Baby



Don't Call Me Baby, temelde özel hayatını internette paylaşmak zorunda bırakılan bir kızın, "blogcu annesine" rağmen büyüme ve normal bir hayata sahip olma çabalarının anlatıldığı bir roman. On beş senelik hayatı boyunca annesinin bitmek bilmez post'larıyla yaşamı internet alemine malzeme edilen Imogene ki adı bile bir blog yarışmasında seçilerek konulmuş, bir türlü derdini anlatamadığı annesi, sivri dilli ama bir o kadar da tatlı büyükannesi ve arka planda dolanan eksantrik babasıyla yaşıyor. Tıpkı kendisi gibi blogcu bir anneye sahip en yakın arkadaşı Sage ile artık başlarındaki bu dertten kurtulmanın yollarını aramaya başlıyorlar. 
Do you remember when she was born? If you don't, click here. Do you remember when she first walked? If you don't, click here.



Imogene ve Sage'in anneleri, farklı temalarda olan ama çocuklarına adadıkları bloglarını profesyonel anlamda işleten blogger'lardan. Özellikle Imogene'in annesi maddi açıdan gayet iyi durumda ve son derece popüler. Çocuğunu bloguna malzeme etmesi bir yana, bundan tonla para kazanması durumu daha da beter bir hale sokuyor. Çocuğu da olsa bireyin rızası dışında özel hayatını paylaşmasının etik bir yanı yok. Imogene neredeyse tüm kitap boyunca bu durumdan yakınıyor ve çaresizce çözümler üretmeye çalışıyor. Bu çözümlerden biri, bir okul projesinde daha çok kendilerini ifade etme becerilerinin gelişmesi için blog tutmaları istendiğinde karşısına çıkıveriyor. Blogunda yaşadıklarını bir iki cümleyle bir nebze belli ettiğinde tabii ki annesi küplere biniyor ve "anneler en iyisini bilir" kuralıyla çocuğunu cezalandırmaya başlıyor. Blogunda yazdığı annelikle ilgili tavsiyelerin taban tabana zıttını yapan Meg'in adalet anlayışı da içler acısı.
Why doesn't anyone ever tell grown-ups to be safe online? It seems like every night on the news, there's a story about kids being dumb on the internet, but there are never stories about the ridiculous things parents do online.

Kitabın en güzel yanı, internette geçirdiğimiz vakti ve bu vakti nasıl değerlendirdiğimizi sorgulatması. Sosyal medyaya bağımlı mıyız? Yoksa interneti sadece eğlenmek ya da bilgi alışverişi yapmak için mi kullanıyoruz? İnternette tanımadığımız, düpedüz yabancılara nelerimizi anlatıyoruz? Özel hayatımızı ne kadar "paylaşıma" açıyoruz? İnternetle çok erken yaşta, ilköğretim çağında tanışan bir çocuktum ama yine de ağaçlara tırmandım, bisiklete bindim, patenle kaydım ve evde bilgisayar başına kapanıp kalmadım diyebiliyorum. Fakat çoğu insan bunları yaşamadan büyüdü. Kitleler internetin adeta kölesi olup çıktılar. Mesela; Imogene'in annesi Meg, Florida'da 365 gün boyunca bir kez bile sahile gitmeden yaşadığını itiraf eden bir insan. Florida'da! Durum en basit tabirle vahim.

Kitap, internetin faydalarını göz ardı eden ya da çağın gerisinde kalıp "internet yokken ne güzeldi her şey" dercesine hayıflanan bir tonda yazılmamış. (Bkz. Okul projesinde blog çalışması.) Bu da kesinlikle artı bir puan sağlıyor. Fakat romanın işlediği konu dışında olumsuz eleştiriye açacağım yönleri de yok değil. Bir bütün olarak ele aldığımda sonuç bölümünün biraz sönük kaldığını gözlemledim. Ayrıca, sadece on beş yaşındaki Amerikalı çocukların, kimi zaman bilgece sözler söylemeleri de bana pek inandırıcı gelmedi. Imogene'in ve Sage'in ya birkaç yaş daha büyük olmaları ya da yaşlarından bekleneceği şekilde cümleler kurmaları inandırıcılık faktörünü artırabilirdi. Ve bunu aynı yaşlardayken kütüphaneden tiyatro eserleri ödünç alan biri söylüyor. 

Akla getirdiği sorularla önem kazanan kitap, eksik gördüğüm bazı yönleri de olsa okumak ve düşünmek için vakit ayırmaya değer.

Puan: 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...