Artemis Yayınları'nın geçtiğimiz günlerde sosyal medyada tanıttığı ve bu seneki İstanbul Kitap Fuarı'nda okurlara sunduğu A Madness of Angels/Meleklerin Çılgınlığı'nı merak ediyorsanız bu yazı tam size göre.
İlk romanını henüz on dört yaşındayken yazan 1986 doğumlu Kate Griffin'in (Catherine Webb ve Claire North olarak da biliniyor) Matthew Swift serisi, 2009'da okurların karşısına çıkmış. Yayımlanan ilk kitap A Madness of Angels/Meleklerin Çılgınlığı, tahmin edeceğiniz üzere seriye adını veren karakterin başından geçenleri anlatıyor. Şöyle ki ansızın öldürülen büyücü Matthew Swift, iki sene sonra hayata geri dönüyor ve kendini Londra'daki evinde buluyor. Bu saatten sonraysa doğaüstü varlığının amacı onu öldürenden (ve hayata geri döndürenden) intikam almak oluyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu bir genç yetişkin kitabı değil; büyü temalı bir urban fantasy ve yetişkin kitap severlere hitap ediyor.
Romanın ilk sayfalarına göz atmaya başlamadan önce
Türkçe baskıdan da kısaca bahsedeyim. Etiket fiyatı 39 lira olan bu kitap, ciltsiz ve 588 sayfadan oluşuyor. Çevirmeniyse daha önce
Marilyn Kaye, Bella Andre, Christina Dodd, Kathryn Caskie imzalı bazı kitapları dilimize çeviren
Selin Gül Seçer. Bildiğiniz üzere Artemis Yayınları birçok kitabında orijinal kapak kullanmıyor. Bu yeni kitabın kapak tasarımını, orijinal kapakla kıyaslayıp bir fikir oluşturmanız için aşağıya bakmanız yeterli olacak. Serideki bütün kitapların kapak tasarımlarını ise yazının sonralarına doğru bir yerlerde bulabilirsiniz. Bu arada Türkçe
kapağın üstünde büyük harflerle "dijital çağın yeni fenomeni" yazdığı dikkatinizi çekmiştir; aslında kitabın orijinal kapağında şu cümle geçiyor: "Digital çağın Yokyer'i... bu sene okuyacağınız en iyi kitaplardan biri" SFX ("Neverwhere for the digital age... one of the best books you'll read this year" SFX) Her şey bir yana taa 2009'da yayımlanmış bir kitabı 2018'de Türk okurlara sunarken "yeni fenomen" denmesi...
Şimdi Kate Griffin'in bizim için neler yazdığına birlikte göz atalım.
Yazarın "biz" diyerek öyküyü anlatmaya başlamasından görünürde tek kişi olan başkarakter Matthew Swift'in benliğinde (ruhunda?) bir kişiye daha yer açtığını ya da açmak zorunda kaldığını anlıyoruz. Londra'daki evinde gözlerini açtıktan sonra bu gizemli varlığın sesini duyuyor. Evi artık yuvası olmaktan çıkmış; içinde daha önce görmediği eşyaları barındırıyor. Karakter, dolabı açıp kendine ait olmayan kıyafetleri üstüne geçiriyor ve vücudunu kontrol ettiğinde aldığından emin olduğu yaranın yok olduğunu fark ediyor; kemikler düzelmiş, teninde bir iz dahi kalmamış. Aynada eskisinden farklı birini görüyor; en çok da artık kahverengi değil, soluk mavi olan gözleri dikkatini çekiyor. Evde sesler duyduğunda mutfağa yöneliyor ve orada evin yeni sahipleriyle karşılaşıyor. Bu beklenmedik karşılaşma dört kişiden oluşan bu küçük grubu şoke ettiğinden aralarından biri çığlığı basıyor. Evin içinde aniden ortaya çıkan adamın karşısında atılan bu korku dolu çığlık, birtakım şeylerin netleşmesine yol açıyor. İşte o anda Matthew, hayatta sahip olduğu ve sahip olmak istediği her şeyin hiçliğe karıştığını anlıyor. Bu düşünceyle birlikte kendini sokağa atıyor ancak nereye gitmesi gerektiğiyle ilgili hiçbir fikri yok. Yürüyor, düşünüyor, yürüyor...
Artık evsiz kaldığına göre Matthew Swift şimdi nereye gidecek?
Şu "biz" konusu da ne öyle? Bu vücudu kiminle paylaşıyor?
Ve en önemlisi de... onu kim öldürdü ve kim hayata geri döndürdü?
Aslında kitabın konusunun ilgisi çekici olduğunu düşünmüştüm fakat yazarın üslubuyla ilgili olumsuz düşünceler edindim. Henüz kitabın başında olduğumdan, yazarın heyecanlı gelişmeler eşliğinde beni okumaya ikna etmesini bekliyordum ancak o öyküyü detaylara boğmuştu ve bu da okuma isteğini satır satır yok etti.