*Düşük dereceli spoiler alarmı.
Cyn Balog, ilk romanında peri mitini ve changeling temasını işliyor. Doğumda periler tarafından kendi diyarlarına götürülen bir bebek, perilerin arasında dışlanarak büyürken, insanlar arasına bıraktıkları peri bebek büyüyor ve genel anlamda normal bir hayat yaşıyor. Perilerin marifeti (!) olan astım hastalığından yakasını kurtarıp okulundaki Amerikan futbolu takımının gözde bir oyuncusu bile oluyor.
On altıncı yaş günü, Morgan için olduğu kadar periler için de önemli. Çünkü insan hayatında sadece doğumda ve on altıncı yaş gününde periler dünyasına açılan portal ortaya çıkıyor. Fiziksel bir görünümü olmayan bu portaldan geçmesi beklenen Cam'i tahmin etmediği bir hayat ve büyük bir miras bekliyor.
Kitabı okurken beni en çok yoran, kesinlikle Morgan'ın karakteriydi. Her şeyle dalga geçebilen Morgan, beni tüm kitap boyunca sadece bir kez güldürebildi fakat espri yapmaya çalışmaktan da vazgeçmediğini söyleyebilirim. (Sevgilisinin değişimini hastalığa yorduğunda bile formunu yitirmemişti.) Benim için can sıkıcı olan düşünceleri ve burjuva tavırlarıyla kitaptan bir nebze soğumama neden oldu. Diğer yandan, sevgilisine sürekli argo hitap şekliyle "Boo" diyen Cam de yardımcı olmuyordu. İşte tam da o anda Pip ile tanıştırıldım. Kitabı okunur hale getiren, absürt davranışlarıyla ilgi çeken ve gizemli geçmişi ile merak uyandıran Pip'di.
Kitabın sonlarına doğru, tahmin edebileceğiniz üzere romantizmin dozu biraz daha artıyor. Öte yandan, beklediğim gibi bir son da olmadı ve Morgan'dan biraz daha soğudum. Şöyle bir dönüp baktığımda, Fairy Tale, okunmadığında büyük şeyler kaçırılacak bir roman gibi durmuyor.
Puan: 2
Puan: 2
Aslında kitabın ismi çok hoş ama yorumdan sonra cık cık :D
YanıtlaSil