İlk kitapta dünyaya bir değişim programı vesilesiyle gelen Aelyx'in, Cara'nın da sonsuz desteğiyle zaman içinde bulunduğu ortama bir nebze alışmaya başladığına şahit olmuştuk. Ancak alışmak, sevmek anlamına gelmiyor ve işte bu kitapta bir sonraki emre kadar birlikte yaşamaya mahkum edildiği bu topluluğa uyum sağlamak zorunda bırakılıyor. Çünkü görevi, kendisini -dolayısıyla tüm Lehrlileri- dünyalıların gözünde düştüğü kötü durumdan kurtarmak ve bunun için de evvela kendisini halka sevdirmesi gerekiyor.
Tıpkı Aelyx gibi Cara da gönderildiği uzak gezegende yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmek zorunda kalıyor. Şekerin üretilmediği, televizyon ya da sinema gibi kafa dağıtmamızı sağlayan en temel araçlarının olmadığı, yeşilliğin yetişmediği, binbir teknolojiyle donatılmış bir gezegenden bahsediyorum. Mutlaka çamaşır yıkarken ortaya çıkan karbonla ilgili bir şeyler duymuşsunuzdur. Ultrasonik dalgalar ve kızılötesi teknolojisiyle temizlenen havluların olduğu bu gezegende ona bile bir çare bulmuşlar. Kristal ve gümüş yapraklı devasa ağaçların olduğu bu yeni evreni, sayfaları çevirdikçe adım adım keşfediyoruz.
İlk kitapta bu gezegeni sadece Aelyx'in anlattığı kadarıyla öğrenebilmiştik. İkinci kitapta Cara'nın gözlemlerine güveniyoruz. İşte bu noktada kitabı henüz okumayanların görmezden gelmesi gereken spoiler içerikli bölüme adım atıyoruz çünkü kafamı kurcalayan birkaç şey var.
AŞAĞIDAKİ KISIM SPOILER İÇERİYOR.
Aelyx, yani ilk kitaptaki yegane rehberimiz bize ırkının kontrollü üreme ve daha sonraları klonlamayla, yani arşivlenen en iyi örneklerden yaratıldığını söylemişti. Birçok kez okura hatırlatıldığı üzere hiçbir şeyi şansa bırakmak istemeyen yönetim, alerjinin bile olmayacağı -Tanrı aşkına!- tam manasıyla sağlıklı, zeki, güçlü ve aklınıza gelebilecek her açıdan üstün özellikler taşıyan, atalarından yola çıkarak ubermensch misali sağda solda dolanan bir topluluk yaratmıştı. Her ne kadar Leihrliler ile insanların aynı soydan geldiği teorisi serinin temel mevzularından biri olsa da yazarın defalarca tekrar ettiği bu özel ve üstün ırk muhabbetine karşılık Cara'nın uzayın derinliklerine adım attığı anda başına gelmeyen şeyin kalmamasını, resmen bir Amerikan liseli dizisinde görebileceğimiz türden zorbalığa katlanmasını -uzaylıların onu gördüklerinde gülmelerinden, laf atmalarından, hareket çekmelerinden falan bahsediyorum- izledik. Günler ilerledikçe daha ciddi, daha tehlikeli işler döndü, plan üstüne plan yapıldı. Kontrollü üreme bir yana, Yazgı'nın onca katı kuralına rağmen disiplinden uzak, serbestçe nefret suçu işleyen bireylerle karşılaştık. İnsanları "tutkulu" olarak nitelerken çoğu insandan daha "tutkulu" çıkan, duygularını özgürce yaşayan uzaylılarla karşılaşmak...
Ayrıca, böylesine katı kurallarla kuşatılmış bir toplulukta Larish gibi çoğuna aykırı gelen fikirlere sahip bir bilim adamının da yaşamını yine toplumun bir parçası olarak sürdürmesi...
İlginçti.
Ayrıca...
Pekala, Aelyx'in insan olmadığını biliyoruz ama sistemi neredeyse insanlarla aynı şekilde çalışıyor. Bu nedenle kalbi duran bu uzaylının kalp masajı, suni teneffüs ve basit bir şok cihazıyla hayata geri döndürülmesi... Geri döndüğün anda eskisinden bir farkının olmaması, her şeyin tıkır tıkır işlemesi hatta bir de üstüne mantıklı bir cümle kurarak soru sorabilmesi... Romance yazarken insanların ne kadar abartabileceklerine bir kez daha tanık oldum. Abartmaktan söz açılmışken... Cara'ya altın tabakta sunulan yeni göreviyle Yazgı'daki konumu ve neyi kanıtlamış olursa olsun, sıfırdan en tepeye yükselmesi geliyor akla.
SPOILER İÇEREN KISIM BİTTİ.
Yer yer tempo düşse de kitabın ikinci yarısına doğru şekillenmeye başlayan ve sonraki sayfalarda gündemin bir numaralı maddesi olan "mühim mesele" işin rengini değiştiriyor. Hem Cara hem Aelyx bulundukları yabancı gezegende sıradışı keşifler yapıyorlar ve neler olacağını görmek için hızla okumaya devam ediyoruz.
Dahası, üzerinde biraz daha düşünmeyi dileyenler için kitapta birçok soru gizli. Ülken (evin), halkın (sevdiklerin) söz konusuysa neleri göze alırsın? Kendini tehlikeye atmaya hazır mısın? Peki ya her şeyi ardında bırakmaya? Nelerden vazgeçebilirsin? Nelerden asla vazgeçemezsin? Hikaye ilerledikçe hem Cara hem Aelyx bu zorlu sınavda başarılı olmaya çalışıyorlar. Sonra ortaya bir soru daha çıkıyor: Sahi "ev" neresi? Doğduğun yer mi, ait olduğunu hissettiğin yer mi yoksa bambaşka bir şey mi?
Cara'yla Aelyx'in ve kabuğunu kırmaya başlayan Syrine ile umulmadık anda uzattığı eliyle David gibi çevrelerindeki diğer herkesin bu galaksileri aşan hikayesi, akıllarda yarattığı sorular ve kimi abartılı anlarla da olsa bir şekilde kendini okutuyor. Uzak diyarların, yabancıların, keşfedilmemişin uyandırdığı merak duygusu da tuz biber ekiyor.
İlk kitapta bu gezegeni sadece Aelyx'in anlattığı kadarıyla öğrenebilmiştik. İkinci kitapta Cara'nın gözlemlerine güveniyoruz. İşte bu noktada kitabı henüz okumayanların görmezden gelmesi gereken spoiler içerikli bölüme adım atıyoruz çünkü kafamı kurcalayan birkaç şey var.
AŞAĞIDAKİ KISIM SPOILER İÇERİYOR.
Aelyx, yani ilk kitaptaki yegane rehberimiz bize ırkının kontrollü üreme ve daha sonraları klonlamayla, yani arşivlenen en iyi örneklerden yaratıldığını söylemişti. Birçok kez okura hatırlatıldığı üzere hiçbir şeyi şansa bırakmak istemeyen yönetim, alerjinin bile olmayacağı -Tanrı aşkına!- tam manasıyla sağlıklı, zeki, güçlü ve aklınıza gelebilecek her açıdan üstün özellikler taşıyan, atalarından yola çıkarak ubermensch misali sağda solda dolanan bir topluluk yaratmıştı. Her ne kadar Leihrliler ile insanların aynı soydan geldiği teorisi serinin temel mevzularından biri olsa da yazarın defalarca tekrar ettiği bu özel ve üstün ırk muhabbetine karşılık Cara'nın uzayın derinliklerine adım attığı anda başına gelmeyen şeyin kalmamasını, resmen bir Amerikan liseli dizisinde görebileceğimiz türden zorbalığa katlanmasını -uzaylıların onu gördüklerinde gülmelerinden, laf atmalarından, hareket çekmelerinden falan bahsediyorum- izledik. Günler ilerledikçe daha ciddi, daha tehlikeli işler döndü, plan üstüne plan yapıldı. Kontrollü üreme bir yana, Yazgı'nın onca katı kuralına rağmen disiplinden uzak, serbestçe nefret suçu işleyen bireylerle karşılaştık. İnsanları "tutkulu" olarak nitelerken çoğu insandan daha "tutkulu" çıkan, duygularını özgürce yaşayan uzaylılarla karşılaşmak...
Ayrıca, böylesine katı kurallarla kuşatılmış bir toplulukta Larish gibi çoğuna aykırı gelen fikirlere sahip bir bilim adamının da yaşamını yine toplumun bir parçası olarak sürdürmesi...
İlginçti.
Ayrıca...
Pekala, Aelyx'in insan olmadığını biliyoruz ama sistemi neredeyse insanlarla aynı şekilde çalışıyor. Bu nedenle kalbi duran bu uzaylının kalp masajı, suni teneffüs ve basit bir şok cihazıyla hayata geri döndürülmesi... Geri döndüğün anda eskisinden bir farkının olmaması, her şeyin tıkır tıkır işlemesi hatta bir de üstüne mantıklı bir cümle kurarak soru sorabilmesi... Romance yazarken insanların ne kadar abartabileceklerine bir kez daha tanık oldum. Abartmaktan söz açılmışken... Cara'ya altın tabakta sunulan yeni göreviyle Yazgı'daki konumu ve neyi kanıtlamış olursa olsun, sıfırdan en tepeye yükselmesi geliyor akla.
SPOILER İÇEREN KISIM BİTTİ.
Yer yer tempo düşse de kitabın ikinci yarısına doğru şekillenmeye başlayan ve sonraki sayfalarda gündemin bir numaralı maddesi olan "mühim mesele" işin rengini değiştiriyor. Hem Cara hem Aelyx bulundukları yabancı gezegende sıradışı keşifler yapıyorlar ve neler olacağını görmek için hızla okumaya devam ediyoruz.
Dahası, üzerinde biraz daha düşünmeyi dileyenler için kitapta birçok soru gizli. Ülken (evin), halkın (sevdiklerin) söz konusuysa neleri göze alırsın? Kendini tehlikeye atmaya hazır mısın? Peki ya her şeyi ardında bırakmaya? Nelerden vazgeçebilirsin? Nelerden asla vazgeçemezsin? Hikaye ilerledikçe hem Cara hem Aelyx bu zorlu sınavda başarılı olmaya çalışıyorlar. Sonra ortaya bir soru daha çıkıyor: Sahi "ev" neresi? Doğduğun yer mi, ait olduğunu hissettiğin yer mi yoksa bambaşka bir şey mi?
Cara'yla Aelyx'in ve kabuğunu kırmaya başlayan Syrine ile umulmadık anda uzattığı eliyle David gibi çevrelerindeki diğer herkesin bu galaksileri aşan hikayesi, akıllarda yarattığı sorular ve kimi abartılı anlarla da olsa bir şekilde kendini okutuyor. Uzak diyarların, yabancıların, keşfedilmemişin uyandırdığı merak duygusu da tuz biber ekiyor.
Puan: 3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder