28 Nisan 2016 Perşembe

İnceleme: The Crown

*Vampirella, kitabı okumadan önce spoiler olduğu belirtilen kısımları okumamanızı tavsiye ediyor.

Masalın sonu.


The Heir/Veliaht Prenses'te tanıdığımız Maxon'la America'nın oyunu kendi kurallarına göre oynamak isteyen kızı Eadlyn'in hikayesinin çözümünü The Crown'da okuyoruz. Böylelikle dört sene boyunca devam eden The Selection sona eriyor ve sarayın kapıları kapanıyor.

The Heir/Veliaht Prenses hakkında yazdığım yorumu okuduysanız, prensesin annesi America'dan epey farklı bir karaktere sahip olduğundan, söz gelimi America'nın dost edinmeye çalıştığı yerde onun köşesine çekildiğinden ve evinde ağırladığı adaylarıyla arasında geçen zaruri konuşmalarda gardını bir an olsun indirmekten çekindiğinden bahsettiğimi biliyorsunuzdur. Ancak Eadlyn'in bir karakter olarak gelişmeye son derece müsait bir yapısı olduğuna da değinmiştim. Serinin son kitabında genç kızın birçok açıdan değiştiğini görüyoruz ancak değişim illa ki gelişim anlamına gelmiyor. 

They think I'm too cold. The most absolute way to refute that would be to get married. They think I'm too masculine. The most absolute way to refute that is to be a bride.

Bu kitaptaki Eadlyn, övgülere boğulan, yere göğe sığdırılamayan bir kız. Sarayda "çok güzel", "en güzel", "çok zeki", "en zeki" vb. sıfatlar havalarda uçuşuyor. Babasının onun kusursuz bir kraliçe olacağından hiç ama hiç şüphesi yok. Aslında bu, metnin tamamına yayılan bir sorunu işaret ediyor: Tüm bunları onlar görüyor da biz neden göremiyoruz? Yazar, birçok noktada okura fikirlerini satarken bocalıyor. Örneğin; hepinizin kafasında bir liderin nasıl olması gerektiğiyle ilgili birtakım fikirler vardır ve bu fikirlerin çoğunun ne yazık ki Eadlyn'in sergilediği özelliklerle örtüşmediğini göreceksiniz. Geriye okura bir türlü aktarılamayan ama ısrarla söylenen bir avuç kuru söz kalıyor.


AŞAĞIDAKİ KISIM SPOILER İÇERİYOR.

The Heir/Veliaht Prenses'ten biliyoruz ki Eadlyn hayatı boyunca bir ulusa hükmetmek için yetiştirilmiş, krallığı layıkıyla yaşatsın diye büyütülmüş bir genç kız. Babası Maxon gibi üstün bir eğitimden geçmiş ve gençliğini ülkesinin en iyi yıllarında yaşıyor.  İçinde bulundukları şartlar bir yana, Kral Clarkson, oğluna kapalı kapılar ardında her türlü işkenceyi yapmıştı. Ancak Eadlyn için bunlar hiçbir zaman söz konusu olmadı. Hem görüp öğrendiği hem duyup ibret aldığı şeylerin onu kraliçeliğe, yani görevine bir nebze de olsa hazırlamış olması gerekiyordu. Güvenli, sevgi ve saygı dolu bir sarayda kendi duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi adet edinen, ayakları üstünde durabilen güçlü bir kadın ve güçlü bir lider olabilsin diye çaba gösterilmişti. Ancak gücü eline aldığı andan itibaren beklentilere cevap veremediğine şahit oluyoruz. Sürekli ne yapacağını sorgulayarak neticede panikleyen, kendisini bekleyen günlük görevlerden ve sorumluluklardan daha ilk anda yaka silken, halkın ve medyanın görüşleri karşısında afallayan ve Tanrı esirgesin, en ufak bir eleştiride derhal moralini bozan bir yapısı olduğunu keşfediyoruz. Çevresindeki insanlardan bazıları über-iyi olsa da bu herkese kolayca güvenmesi gerektiği anlamına da gelmiyor ki güveniyor ve hata yapıyor. Öyle ki birçok noktada sergilediği ve temsil ettiği şey, halkın neden Maxon'ı ve America'yı destekleyip ona bir türlü ısınamadığını ortaya koyuyor. Maxon, America'yla birlikte kast sistemini kaldırarak neresinden baksanız başlı başına bir devrim yapmış ve daima ülkesinin refahı için çalışmıştı. Maxon'da içten gelen bir görev aşkı ve sorumluluk duygusu vardı. Eadlyn, bunu sadece kendisini feda etmek olarak görüyor ve kabullenemiyor. 

SPOILER İÇEREN KISIM BİTTİ.

The Selection, tüm kitaplarıyla kendini okura bir şekilde okutmayı başaran bir genç yetişkin serisi. Bunda yazarın sade anlatımının ve mümkün olduğunca gereksiz detaylardan sakınmasının yadsınamaz bir payı var.  The Crown da her ne kadar bu formülü takip etmeye çalışsa da kitabın özellikle ilk yarısında yoğun bir şekilde hissedilen bir yavaşlık var. Artık asiler yok, ucu açık biten bir önceki kitabın sonu, yani America'nın durumu daha ilk sayfalarda açıklığa kavuşturuluyor ve Eadlyn adaylar arasından hala bir seçim yapabilecek durumda değil. Yani, burada konuşulacak pek bir şey yok. Neyse ki kitap zamanla hız kazanıyor ve özellikle yirminci bölümden sonra kendi yağında kavrulmaktan kurtulup ilginç bir hal alıyor. 

When my Selection started, I'd pictured it ending this way─with dozens of my suitors leaving at a time, many of them unprepared for their moment in the spotlight to be over. But after the last few weeks, after learning how kind, how smart, how generous so many of them were, I found the mass elimination almost heartbreaking.

Diğer yandan bir bütün olarak Eadlyn'in yarışması babasınınkinin yanında sönük kalıyor. Zamanla tıpkı Maxon'ın yönettiği yarışmada olduğu gibi Eadlyn için de geriye sadece birkaç aday kalıyor ve bu adaylardan bazılarının elinde "sürpriz açılımlar" var. Diğer yandan olaylara direkt etki edecek bir kişi daha masadaki yerini alıyor. Ancak burada asıl değinmek istediğim şu sürprizler.

AŞAĞIDAKİ KISIM SPOILER İÇERİYOR.

Ean. Biz bu adayla, tıpkı diğerleriyle olduğu gibi bir önceki kitapta karşılaştığımızda bir zamanlar America'nın da kafasından geçen "güvenlik ağı" görevini Eadlyn için üstleneceğini öğrenmiştik. İlginçti, düşünmeye değerdi. Ean, herkese karşı mesafeli, ciddi, ağırbaşlı görüntüsünün altında belirli bir ajandayla gelmişti. 

Onca kişi varken, Hale'le ikisini ship'lemek neyin nesi? 

Marlee'yle Carter'ın yasak ilişkisi bambaşkaydı. Onlar için yazılan "The Favorite/Gözde" öyküsü de lezizdi. Bu bahsettiğim "yasak aşk" ise renksiz ve... sahte duruyor.

Bildiğiniz gibi farklı cinsel kimlikler son zamanların popüler genç yetişkin temalarından biri. Karakterlerin gay ya da queer olmasına kanmamak değil sorun; ilk başta yaratılışı gereği Ean'ı herhangi bir romantik ilişkide görmek zor geliyor. Aynı anda hem Ean'ın hem de Hale'in farklı cinsel kimliklere sahip olması ya da yönelmesi (özellikle Hale için yeni bir keşif iması var) ve kendi rızasıyla yarışmaya katılan bu iki gencin diğer adaylar arasından sıyrılarak elit grubuna kalması, ilk görüşte değil ama bir gece ansızın aşka düşmeleri.... Üstüne bir de Eadlyn'in bu olayı, "Ben o kadar kötüyüm ki benimle birlikte olmaktansa birbirleriyle birlikte olmayı tercih ettiler" demeye kadar vardıran/yardıran açılımı.... Bu kitapta gördük ki bu kızın, tıpkı çok erkeksi olduğunu düşünenleri haksız çıkartmanın en iyi yolunun gelin olmaktan geçtiğini düşünmesi gibi akıllara zarar fikirleri var. Please. Give me a break. 

Artık karikatüre dönüşen Hello Today Henri'den bahsetmeden de olmaz. Bir kağıt üzerinde canlanmayı bekleyen ama bir türlü tam manasıyla hayat verilemeyen talihsiz yan karakterlerden biri. Eadlyn'le Eikko'nun gizli saklı ilişkisini keşfettiğinde Henri gibi bir karakterin neler hissedebileceği üzerinde daha fazla düşünülebilirdi. Kraliçenin seçimini absürtlük derecesinde olumlu karşılaması ve hiçbir burukluk hissetmeden can-ı gönülden destek olması... tuhaftı. Eikko'yla olan dostluğu aşikar ama o ana kadar Eadlyn'in yürüdüğü toprağa tapıyormuş izlenimi veriyordu ve sadece birkaç dakika içinde hem damat hem de ülkenin yeni prensi olacaktı. İnsan binbir hayallerle katıldığı ve kazandığı söylenilen bu ölçekteki bir yarışmada bir anda kaybettiği şeylere ya da en azından sarf ettiği emeğe de mi üzülmez? Diğer yandan, Kile kadar ön planda olmasa da anlatıldığı kadarıyla Eikko gerçekten Eadlyn'in karşılaştığı en değerli insanlardan biriydi ve en başından beri sevdiğim bir karakterdi.

SPOILER İÇEREN KISIM BİTTİ.

Her ne kadar spin-off değil de direkt seri devamı olarak lanse edilse de bu son iki kitap spin-off özellikleri taşıyor. Bu nedenle sadece ufacık, minicik bir görevi olmasına rağmen kitabın en ilgi çekici kısımlarından birinde Maxon sahne ışıklarını Eadlyn'den çalıyor. Artık kitap sona erirken geçmişe dair anlattıklarıyla metnin kalitesini bir çırpıda artırıyor ve bu sırada kızının hayatını etkileyecek bir gizem perdesini daha kaldırıyor.

Diğer yandan yazarın kitabın ve dolayısıyla serinin sonu hakkında ne kadar çok düşündüğünü sorgulamadan edemedim. Belki en başından beri fikri buydu, belki de son anda karar değiştirmişti. Illéa'nın kaderi bir yana, Eadlyn'in bu kadere bağlı kişisel tarihi bana göre biraz aceleye getirilmiş bir sona ulaştı. Distopya tüm metin boyunca bir kenar süsü olarak kalırken, romance de artık suyunun suyuydu.

Aniden, acilen alınan muazzam kararlar, kimi içi bomboş kalan sözler derken... Sanki işler biraz çığırından çıktı ve yazar gittikçe gerçekçilikten ödün veren bir masala kendini kaptırdı. Yer yer gülüyor, eğleniyorsun ancak kırılma anlarında, "Sadece bir kitap," diyorsun ve bu, hiç şüphesiz bir kitap için söylenebilecek en olumlu şey değil.

Puan: 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...