yabancı yazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yabancı yazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Haziran 2016 Perşembe

Özel Röportaj: Mindy McGinnis

Yazarlarla yaptığım röportajları özlediniz mi?



Geçtiğimiz günlerde Türkçe baskısıyla raflara gireceğinden bahsettiğim Not a Drop to Drink'in yazarı Mindy McGinnis'le ülkemizdeki tüm kitap severler adına keyifli bir röportaj yaptım. Hem okuyup beğendiğim bu post-apokaliptik romanın nasıl yazıldığını hem de dünyanın bir ucunda kitaplarını yayımlatmayı başaran bir yazarın mesleğiyle ilgili düşüncelerini öğrenme fırsatım oldu.

Şimdi koltuklarınıza yerleşin ve bu güzel söyleşinin tadını çıkarın. = )

23 Aralık 2015 Çarşamba

Özel Dosya: Yabancı Yazarlar Kitaplarını Nasıl Yayımlatıyorlar?

Hiç merak ettiniz mi?




İşte karşınızda Amerikan/Avrupalı yazarların kitaplarını kendi ülkelerinde yayımlatma sürecini adım adım takip edebileceğiniz bir dosya duruyor.

Dilerseniz öncelikle en yaygın olan yöntemi genel hatlarıyla görelim:

10 Eylül 2013 Salı

Özel Röportaj: Jodi Meadows İle "Asunder" Üzerine

Thank you, Jodi Meadows!


Ülkemizde ilk romanı Incarnate/Ruhsuz ile geçtiğimiz sene yayımlanmaya başlanan gizemli, ürpertici ve romantik distopya serisi Newsoul/Yeni Ruh'un devam kitabı Asunder'ı da DEX ekibi yayımlayacak. Henüz elimizde net bir tarih olmasa da hem ilk kitabı hatırlamak hem de ikinci kitabın heyecanına ortak olmak için aşağıdaki yeni röportajıma göz atabilirsiniz.



Seriyi, hakkında hiçbir fikri olmayan birine anlatmaya başladığımda söz Dossam'e gelince o evrenin Mozart'ı olduğunu söylüyorum. Bu adamı yaratma fikri nereden geldi? Lütfen bize biraz Dossam'den bahset.

Dossam kesinlikle o dünyanın Mozart'ı—müzik açısından. (Kişiliklerinin epey farklı olduğunu düşünüyorum.)

Ana'yı tanımak için üzerinde çalıştığımda, onu bulup evine alan Dossam'in sadece sevimli bir adam olamayacağını fark ettim. Özel biri olmalıydı—dikenli kalkanını kırıp Ana'yla daha derinden bir bağlantı kurabilecek biri.

Hayatım boyunca müziğin gücünün farkındaydım. Ruh hallerini etkileyebiliyor, fiziksel reaksiyonlara neden olabiliyor ve tabii ki "müzik vahşi hayvanı yatıştırır" sözü de var. (Vampirella'nın notu: Bunun kültürümüzde karşılığı yok. Belki "müzik ruhun gıdasıdır" denilebilir ama burada daha çok "yılanı deliğinden çıkartmak" gibi bir anlam taşıyor.) Ana kesinlikle vahşi bir hayvan değil ama canı yanmış ve hayatı boyunca maruz kaldığı suistimal nedeniyle tanıması zor biri. Dossam, onunla müzik aracılığıyla etkileşime geçiyor ve usulca istismarcının eseri olan keskin hatlarını yumuşatmaya yardım ediyor.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Özel Röportaj: Franny Billingsley

Thank you, Franny Billingsley!


Ülkemizde de yayımlanan Chime/Çan isimli romanın yazarı Franny Billingsley ile gerçekleştirdiğim röportaj karşınızda!

Vampirella: Çan'ı sadece beş kelimeyle tanımlayabilir misin?
Franny Billingsley: Suç ve suçtan arınma.

Vampirella: Bize biraz Briony'den bahset. Aranızda herhangi bir benzerlik var mı?
Franny Billingsley: Briony, benden oldukça farklı. İkimizde de olan ortak tek şey, şarkılara ve şarkı söylemeye olan sevgimiz ve ayrıca yazmaya da.

Vampirella: Sen de bizim gibi büyük bir genç yetişkin edebiyatı hayranı mısın? Bize en sevdiğin genç yetişkin kitaplarını söyle. Bu arada, Jessica Spotswood (Günahkar Doğan'ın yazarı) bana kitabını sevdiğini söyledi, belki de onun kitabını listene dahil etmelisin. =)
Franny Billingsley: Eh, bir süre önce Meksika'ya taşındım ve okumam aksadı. Buraya kitap getirtmek biraz zor. Fakat bir Kindle aldım (geçen hafta!) ve tahmin et neyi yükledim—Günahkar Doğan! Jessica'dan ve kitabından bahsettiğin için teşekkürler. Neyse, yani en son okuduğum kitaplar yeni kitaplar değiller. The Scorpio Races'ı sevdim. Tekrar Wintergirls ve White Darkness'ı okudum ki onları da sevmiştim. Okumamı bekleyenler ise There is No Dog, Grave Mercy ve Various Positions.

Vampirella: Yazın hayatını etkilemiş olabilecek, en sevdiğin yazar (ölü ya da hayatta) kim?Franny Billingsley: Belki I Capture the Castle'ı yazan Dodie Smith olabilir ki o kitaba gençken tapardım ve hala tapıyorum.

Vampirella: Yazar olmanın en iyi ve en kötü yanları neler?
Franny Billingsley: İkisi de aynı, yani ne yaptığını bilmemek. Keşif yolculuğuna çıkmak harika fakat bazen haritanın olmaması da çok kötü! Ormanda dolanıyorsun ve kaybolduğunu sanıyorsun ama bazen akabinde, tüm yol boyunca aslında doğru yöne gittiğini anlıyorsun.

Vampirella: Türkiye'deki hayranlarına söylemek istediğin herhangi bir şey var mı?
Franny Billingsley: Muhtemelen Çan için iki ek kitap çıkacak.

11 Kasım 2012 Pazar

Özel Röportaj: Fiona Paul

Thank you, Fiona Paul!




Merakla beklediğimiz Venom/Karanlık Sular, ABD'de yayımlandıktan sadece birkaç gün sonra DEX etiketiyle satışa sunuldu. Rönesans Venedik'inde geçen bu yeni fantastik macerayı okumadan önce, Vampirella'nın yazarla gerçekleştirdiği renkli röportaja göz atmakta fayda var!

Vampirella: Seni Karanlık Sular'ı yazmaya iten neydi?
Fiona Paul: Aslında, bir editörden online yazarlık dersi alıyordum ve tarihi gizemli/romantik bir çalışma yapmak istediğini söyledi. Bir hikaye fikri oluşturmak için beyin fırtınası yaptık ve taslak yazmam için bana meydan okudu. Venedik harika bir lokasyondu, çünkü orayı ziyaret etmiştim ve görkemli mekan ve Rönesans zamanı kitabın ana hatlarına ve ruh haline uyum sağlıyordu.

Vampirella: Bu kitabı farklı kılan ne?
Fiona Paul: Bana göre, Karanlık Sular farklı, çünkü tarihi fakat diğer tarihi kitaplar gibi süper-resmi bir tonda yazılmadı. Tabii ki, bazı insanlar bu sebeple beğenmiyor ama daima plan Karanlık Sular'ı her türde kitap okuru için anlaşılabilir (ve umuyorum ki ilgi çekici) kılmaktı. Kitabın genç yetişkin ve yetişkin okurlar arasında ortak potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Cassandra, günümüz gençlerine benziyor, çünkü kitabın başında kim olduğunu ve kendisi için neler istediğini keşfetmeye başlıyor. Fakat Rönesans devrinde, kızlar genç yaşta evlenip, kendi evlerini yönetiyorlardı, yani bu açıdan modern çağdaki yetişkinlere de biraz benziyor.

Vampirella: Haydi Cassandra'dan bahsedelim. Nasıl biri? Onunla aranda herhangi bir benzerlik var mı?
Fiona Paul: Cassandra inatçı, düşünmeden hareket eden, duygusal ve bazen biraz kibirli. İkimiz arasındaki ortak şey, ikimizin de toplum tarafından bize biçilen rolü oynamak istemeyişimiz. Aslında, ben muhtemelen daha çok Falco gibiyim—dalgacı, mantıklı ve yakışıksız şeyleri söylemeyi adet edinmiş.

Vampirella: Hiç Falco gibi biriyle çıktın mı?
Fiona Paul: Falco'yu çıktığım adamlardan birinden esinlenerek yarattığımı söylemeyeceğim ama kesinlikle, onun gibi büyüleyiciliği sayesinde bana düşünmeden, umursamadan şeyler yaptıran adamlarla çıktım.

19 Ekim 2012 Cuma

Özel Röportaj: Devin O'Branagan

Thank you, Devin O'Branagan!


Ülkemizde de kitap severler ile buluşan Witch Hunt/Cadı Avı isimli fantastik romanın yazarı Devin O'Branagan ile gerçekleştirdiğim kısa ama eğlenceli söyleşi, bu haftanın ikinci özel röportajı olma özelliğini de taşıyor!

Vampirella: Seni Cadı Avı'nı yazmaya yönelten neydi?
Devin O'Branagan: Dini fanatizmin tehlikelerini irdeleyen bir roman yazmak istemiştim.

Vampirella: Leigh ile aranda herhangi bir benzerlik var mı?
Devin O'Branagan: Leigh ile ikimiz, birey olarak güçlenmek ve özsaygımızı kaybetmemek için mücadele verdik. İkimiz de başarılı olduk. : -)

Vampirella: Cadı Avı'nı sadece beş kelimeyle ifade edebilir misin?
Devin O'Branagan: Cesaret, Sevgi, Maneviyat, Güç, İnanç.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Özel Röportaj: Ilsa J. Bick

Thank you, Ilsa J. Bick!



Ülkemizde en çok ilgi gören kitap serilerinden biri de Ashes/Küller. Sosyal medyada hayranlarını görebiliyoruz ve serinin ikinci kitabının okurları heyecanlandırdığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Takipçilerim için bu kendine has özellikleri olan, ayrıksı serinin yazarıyla keyifli bir röportaj yaptım. Şu ana kadar yaptığım en doyurucu röportaj olduğunu da gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bu röportaj, umarım sizleri de benim kadar mutlu eder.

Vampirella: Küller Üçlemesi’ne nasıl başladın; aklına bu fikir nasıl geldi?
Ilsa J. Bick: Eh, bu işe koyulmadan tonla distopya ve post-apokaliptik genç yetişkin edebiyatı okudum ve daima 2 konuda sorun yaşadım: bilim (ya da bilimin eksikliği) ve hikayenin gelişim süreci (yani, işler nasıl kötüye gitti asla öğrenemezsin, sadece işler kötüdür). Bu kitapları yere vurmuyorum; iyi olanlar da var. Sadece düşüncemi belirtiliyorum.

Yani, KÜLLER üçlemesine başlamamı sağlayan fikir, uygarlığı hızla yerle bir edecek, virus ya da ölümcül veba olmayan, akabinde süregelen felaketin etkilerini görebileceğiniz/izleyebileceğiniz bir arka plan tasarlamama izin verecek birşeyler yaratmaktı ve bu, insanların felaketin getirdiği yıkımda ne kadar pisleşebileceğini ortaya çıkartmama izin verecek kadar imkan tanıyordu. KÜLLER’deki EMD’lerle ilgili bilimsel bilgilerin çoğu gerçek. Örneğin; devasa gün ışığı çemberi, tüm yerküredeki elektronik aletleri mahvedebilir ve ben, e-bomba’lardaki EMD’lerin büyük bir problem olduğunu biliyordum. Bir e-bomba kurmak aslında çok basit; geliştirme ve hileyi gerçekleştirecek en doğru noktaya yerleştirmekten ibaret. (Bunun üzerinde yaptığım onca araştırmadan sonra, eminim Ulusal Güvenlik’in gözleri de üzerimdedir.)

Daha “kurgusal” kısım, kitlesel EMD karşısında insanlara neler olacağı noktasında. Bunlar gerçekten yapabileceğin deneyler değiller (gerçi iddiasına girerim ki birileri yapmıştır ama henüz bu konuda konuşmamıştır; askeriye birtakım alengirli işlere meraklıdır). EMD’lerin kümülatif etkisinde kalan hayvanlara garip şeyler olduğu konusunda elimizde kanıt var ve yerkürenin manyetik alanlarıyla oynamanın kuşları derde sokacağı da bilinen bir konu… Yani, ben işleri bir adım daha ileri götürdüm.

Buna ek olarak, çocuk deli doktoru olduğum için sarsıntı geçirmiş beyinde neler olduğunu, hangi yaş gruplarının yüksek risk altında olduğunu ve buna benzer şeyleri anlayabiliyorum. Genç bir beynin, sıfırdan ayarlanan, tekrar denkleştirilen kimyasallar ve işlevler karışımından ibaret olduğunu biliyorum, aynı yaşlanan beynin daha çok kurumuş, küçük bir kuş üzümü gibi olduğunu, taş kadar sabit kalmadığını ama kurumaması için ara sıra ıslatılması gerektiğini bildiğim gibi. Yani, ergenlerimi şekillendirmek—çoğu yetişkin onlara uzaylı gözüyle yaklaşıyor, gerçi—ya da genç karakterlerimden bazılarını nelerin koruyabileceğini keşfetmek büyük çaba gerektirmedi. Görev, onca bilimsel işin, çok fazla dikkat çekmesine engel olmak ve elinize ders kitabı yerine öykü sunabilmeme yetecek kadar belirsizlik yaratmaktı.

Vampirella: Büyük bir distopya hayranı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bizlere en sevdiğin distopya romanlarını söyle.
Ilsa J. Bick: Dürüst olacağım; pek favorim yok, çünkü, gerçekten bana çok iyi bir hikâye anlatan kişi o anda en sevdiğim kitabın yazarı olur. Çocukken de bilim kurgu kitaplarının kurduydum ve o zamanlar favori distopya kitaplarım DUNE gibileriydi. Fakat şimdi bundan bahsetmek bile yaşlı hissetmeme neden oluyor. Buna ek olarak, KÜLLER sadece kısmen distopya; aslında, genel distopya hattında dolanan, apokaliptik ve post-apokaliptik bir roman fakat gerçek bir distopya değil. 

5 Ekim 2012 Cuma

Özel Röportaj: Jessica Spotswood

Thank you, Jessica Spotswood!




Geçtiğimiz günlerde ülkemizde de yayımlanan Born Wicked/Günahkar Doğan, kitap severlerin merakla beklediği fantastik romanlardan biriydi. Daha önce çekilişini de yaptığım kitabın yazarıyla, kısa ama hoş bir sohbet gerçekleştirme fırsatım oldu. İşte tüm konuştuklarımız şimdi burada!

Vampirella: Yazarların çoğunun erkan yaşta yazmaya başladığı biliniyor. Bize ne zaman ve nasıl yazmaya başladığını anlat.
Jessica Spotswood: Dördüncü sınıftayken yazmaya başladım; ilk hikayem büyükannemin ormandaki kulübesi hakkındaydı. İlköğretimdeyken binicilik dersleri aldım ve o zamanlar atlar hakkında hikayeler yazardım. Sonra, altıncı sınıftayken, Gone with the Wind/Rüzgar Gibi Geçti'yi okudum ve tarihe aşık oldum. Lisedeyken, ata binen ve sivil savaş döneminde Amerika'nın güneyindeki çiftliklerde yaşayan kızlarla ilgili birkaç tarihi roman yazdım.

Vampirella: Genç yetişkin romanlarını seviyoruz! Senin en sevdiğin genç yetişkin romanları hangileri?
Jessica Spotswood: Güncel fantastik kitaplardan favori ikilim Kristin Cashore'ın Bitterblue'su ve Franny Billingsley'nin Chime/Çan'ı. Çağdaş genç yetişkin olarak da Stephanie Perkins'in ve Miranda Kenneally'nin yazdığı her şeyi seviyorum ve favori yaz kitaplarım Trish Doller'ın Something Like Normal'ı ve Huntley Fitzpatrick'in My Life Next Door'uydu.

27 Eylül 2012 Perşembe

Özel Röportaj: Marianne de Pierres

Thank you, Marianne de Pierres!


Ülkemizde sene içinde yayımlanan, Night Creatures/Gecenin Yaratıkları serisinin ilk romanı Burn Bright/Kaçış Adası, ilgiyi hak eden, sıradışı bir kitaptı. Şimdi ise kitabın yazarını daha yakından tanıma vakti!

Vampirella: Ixion baştan çıkartıcı ve tehlikeli bir yer. Daimi gecenin, daimi gençliğin ve uykusuzluğun diyarı olduğu belirtiliyor. Bu fikir aklına nasıl geldi?
Marianne de Pierres: Gece hayatı ilgimi çekmişti ve insanlar, uyku ihtiyacı duymasalardı nasıl olurlardı diye merak ettim. Daimi gençlik aklıma daha sonra geldi. Romanlarda sıkça olduğu üzere, fikirler kesişti ve komple bir hikayeye dönüştüler.

Vampirella: Retra ile aranda herhangi bir benzerlik var mı?
Marianne de Pieres: Retra'yla ikimiz zorlu gençlik yolculuklarından geçtik—fakat çoğu insan bunu deneyimlemiştir, yani sanırım bu birçok insanın ortak hikayesi—azınlığın değil. O oldukça ciddi bir karakter ve sanırım bu özelliği paylaşıyoruz.


Vampirella: Gecenin Yaratıkları serisini sadece 5 kelimeyle ifade edebilir misin?
Marianne de Pierres: Aaaah! Zor ama deneyeceğim. Arkadaşlık, kendini-anlama, sadakat, aile, fazilet.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...